30.12.08

Mutlu Zobolar!



Zoboooo!

16.11.08

İyi geceler

Artık sadece gözlerimi kapattığımda yalnızım.

29.8.08

Sonnj-Handsfree (If You Hold My Hand)



Klibini de kendisini de sevdiğim yeni şarkılardan biri :)

17.8.08

Gnarls Barkley - "Who's Gonna Save My Soul"

11.8.08

Isırık - Parça

Nasılda heyecanlı ve iştahlısın etimden bir ısırık almaya. İlk ısırığının hazzını gördüm gözlerinde. Dişlerine bulaşan kanımın o ekşi, küflü tadın seni kendinden nasılda geçirdiğini gördüm gözlerimle. Derimin altında yaşayan ve beni hergün kemiren binlerce kurtçuğun küçük ama durmak bilmeyen ısırıkları arasında senin ısırığın, ağızından yayılan salyanın serinliği ve dişlerinin keskinliği hepsinden farklıydı. Isırığınla onların acısını dindirdin, yeni hissettirdiğin acınla. Gözlerinden okunabiliyordu iştahının nasılda kabardığı ve bir sonraki ısırığın için zamanını kolladığını. Seninde dişlerin acımıştı, yaralı bir köpek gibi ısırmıştın çünkü. Ama emindin canımın seninkinden daha fazla acıtabildiğine ve lezzetimin her zamanki kadar güzel olduğundan.

Ve ben artık yaralı bir hayvan gibi uzaklaşırken yanından, bunu yaptığından pişman bir halin vardı. Çünkü ben gidiyordum ve sen bana ait bir parçayı hala dişlerinin arasında tutuyordun. Görmek istediğin canımı ne kadar atıcabildiğindi, merak ettiğin sadece tadımdı. Sana benden bir parça daha kalsın istemedin ama artık çok geçti. Yutamadın ama belki çok sonra tükürdün etimi.

Oysa ısırdığın sadece senin bende kalan parçandı.

6.8.08

Masa(l)

Başım döndü kendimden. Döne dolaşa tarifsiz ve şuursuz. Yıldızlar birer ve uzun çizgiye dönüştüler kirpiklerimde. Bir kedi oyunundaki yumağa dönüştü düşüncelerim. Her yanım tırmık izi. Pullarım döküldü birer birer, beyazlığımdan nefret ettim.


Masa da masaymış ha

Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini koydu
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu.
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanında gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.

Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.

Edip Cansever

4.8.08

Alıntı

- Bugün gökyüzü bembeyaz.
...

23.7.08

Noktasız-Virgülsüz

iki oda bir salon evim
içinde ben küçücük kayboluyorum
yalnızlığım dolup dolup taşıyor

.....................

geldi gitti
oldu olmadı derken
olmadı gitti

.....................

gidişi gelişinden belliydi
sanki kalsa kabahatti

16.7.08

Eternal Sunshine



Bitti dediğinde yeniden başladı. Yaralar tazelendi, sarılıp sarmalandı. Bellek kendine unutmanın hafifliğini yarattı.

" Unutmak"
Unutma diye bir şeyin olduğu henüz ispatlanmamıştır; bildiğimiz, tekrar anımsamanın gücümüz dahilinde olmadığıdır. Geçici olarak, gücümüzün bu boşluğuna "unutmak" sözcüğünü koyduk, sanki dizinde bir fazla yeti varmış gibi. Ama sonuç olarak bizim gücümüz dahilinde olan ne var ki! -Eğer bu sözcük gücümüzün bir boşluğunda duruyorsa, öteki sözcükler gücümüze ilişkin bilgimizin ir boşluğunda durmak durumunda değiller mi?

Nietzshce


14.7.08

Hepler Hiçler Çarpımı


Hepimizin hayatında olmuştur hiçbirşeyi başaramamış, üstesinden gelememiş. yapamamış, olmamış, oduramamış anlar. Yıldız tozlarından yaratılmış kozmik, matematiksel bir denklem. Elde avuçta tutamadığımız, tutmaya kalktığımızda elimizden kaydırdığımız bir o kadar da denklemin öteki tarafından hiçte tutulmamış boşlukta salınan ellerimiz. Ve işte o tanrısal. sonsuz persvektifte ufuksuz bir son akşam yemeği kompozüzyonunda yalnızlığımız. Ne Leonardo'nun kendi gizeminde yarattığı bir sır, ne de biz ondan sonraki fanilerin kendi fantezi ve uğraşlarında aradıkları, yarattıkları efsaneler.

Bir kucak kadar hepimizin öteki için, bir o kadar da berikini durdurmak için kollarımızı iki tarafa acışımız. Bu gönül merkeziyle kurulmuş açılımda (ki nereden baksan 180 derecedir, bu yüzden sığdıramazsın ikisini birden içine) birileri acı çekmesin diyedir. Canı yanmasın diyedir. Bu bazen kendindir bazen ötekidir, bazen beriki. Ama asla kendin dahil iki kişiyi aynı anda kurtaramazsın bu dar boğazdan. Vahşi bir hayvan için kurulmuş bir kapan oluverir o iki yana açılan kolların. Kimi kıstırsa dişlerinin arasına bir o kadar da kendi etindir ezilen, bunu peşinen bilmelisin. Kendi acınla ötekinde yarattığın, açtığın yaralarını vicdan yapıp geçiştiremezsin. Bunu ancak riyakarsan yapabilirsin. Yalanlayabilir ve sadece kendi gönlünü hoş tutabilirsin.

İşte tam da bu anda; çoğu zaman ustalık ve kendi kendine inandığırdığın zehir zemberek aklına bu duruma uyan tek bir sözcük bile bulamazsın. Elin kolun bağlanır, aklın durur, nefes alamaz ve hatta almayı hiç istemezsin. Bu güne kadar baş ettiğin haliyle dört işleme ve ezberinde tuttuğun çarpım tablosuna güvenirsin, ama kafi gelmez neresinden bakarsan bak eşittiri sıfıra varan denkleminde.

Aslında en başından beri bir denklemdir yaşamın gizi. Çözdüğün değil inandığın günden beri sarıldığın en makul akıl çıkarsamasıdır, gönlünün onayınıda almış hilesiz bir oyundur. Havuz problemine dönüştüğü an, sadece senin yüzmekten korktuğun ve sadece nefesini tutup dibe dalabilme becerine olan inancındır seni harekete geçiren. Buna sen dayansan bile ciğerlerin daha fazla dayanmayacaktır.

Ve tam bu anda aklında tüm sorular ve sorunlar üzerine tek bir soru tek bir cevap karşılğında belirecektir. Ya kollarını iki yana açıp bir karar vericeksindir, ya da kollarını iki yana çırpıp bir eylem, tavır ve tepki göstereceksindir...

Soru şu: Hep mi? Hiç mi?

6.7.08

Rengi Rengine

Gün olmuyor ki yeni bir hayatın içinden geçmeyeyim. Dokunmayayım ona, sokulmayayım, görmeyeyim, hissetmeyeyim. Türlüyüz. Kedigillerden daha çok giliz, bu yüzden gizemliyiz. Seviyorum kusurlarımı, seviyorum sizin tüm kusurlarınızı. Mükemelliyetçi ve mülkyetçilerinizden sıkılıyorum. İstemiyorum. Böyle iyisiniz, böyle güzel ve harikuladeyiz. Ahkam kesicek değilim. (belki sonra bir kaç kelam daha eklerim)

Anlarsın diye umuyorum. Bu yüzden tabelasını bile değiştirdim ya tükkanımın. : )

5.7.08

Dengi Dengine

Tek başına yalnız herhangi birşeyi benlerce kez yapmak! Ustalık isteyen bin meziyet. Tıpkı iki cambazın bir ipte dans edememesi gibi. Tek başına uyandığın bir sabahta seni boğmamış öteki yanında duran yastığa duyduğun minnet gibi. Yalnızlık müstakilliktir, iki oda bir salon yalnızlıktır. Sokakta evin yolunu ezbere, düşünmeden yürüyebiliyorsan artık sen tekil cinsinden bir kedisindir. Simetri bile tek başınayken yarattığın bir disiplin ve bir matematikten ikili bir komposüzyonda görsel bir şölendir. Bir denklemdir ikincisi herşeyin. Denk düşmenin gizeminde yaşarlar tıpkı uslu ve iyi bir çocuk olucağında göreceğin şirinler gibi. Ama yalnızlık hiçte şirin değildir.

Hayatımda her ne olup bitiyorsa, şimdi gitmeliyim yalnızlık beni bekler.

22.6.08

Tıpa

Yeni şeyler söylemek isterdim sana. Ama yok...

Anlıyor musun?

7.5.08

Sessizliği merak edenlere!

benim konuştuğum gecelerde siz yoktunuz.

Özdemir Asaf

13.3.08

Zoboooooooooo

Zobo'lar artık yeni yuvalarında. Her ne kadar blogun içeriği ve seyrini henüz kafamda tam anlamıyla belirlemiş olamasamda, onların rabarba'dan farklı bir yerde olmaları gerektiğine olan inancım yüzünden dün akşam saatlerinden itibaren derme çatmada olsa artık bir yuvaları var.

Illustırasyon "rabarba"ya aittir. Başka yerde izinsiz kullanılamaz, sahiplenilemez. (döverim!)

7.3.08

Şehri Kaplayan Gri Bulutlara

1.3.08

Ünlüler Geçidi

a, e, ı, i, o, ö, u, ü

26.2.08

Yitik Zaman Makinası

Zamanda yolculuktan konuşmuştuk seninle. Tekrar dönmek istediğim bir zaman olup olmadığını sormuştun, bir keşkeyi kekelemek yerine yeniden, en başından düzeltebileceğim ya da kurtarabileceğim bir anı merak etmiştin. Sen kendi adına iskenderiye fenerini kurtamak istediğini söylemiştin. Düşünüyorumda ben o sırada zamanın o anında orada olsam yüksekçe bir tepeden alevlerin sıcaklığını kirpiklerimde hissedebilecek bir yakınlıktan olup biteni izlerdim. Çünkü sana da dediğim gibi zamanda yolculuk korkuturdu beni. Ancak tanıklık etmek istediğim anlar olabilir zamanda. Yoksa Hitlerin hışmından insanları kurtarmayı düşleyebilirdim elbette kendi çaresizliğimde. Ama sence ne kadar saklayabilirdim ki bi başıma insanoğlunun çirkin yüzünü, kaç kere yapabilirdim bunu. Ve ne farkederdi, bir gölge oyunun sahteciliğinden öteye. Aklıma "tahir olmakda zor, zühre olmak da" mısrası düştü, çaresizce. Sadece gerisine mi sence? Kıyametide görmek isteyebilirdim elbette, ne cennete büyük lotoyu kazanmış talihliler arasında ne de ateşle terbiye edilecekler arasında, köşesinden zamanın çocuk merakıyla uzanmış bir baş, ilk kez görülenin heyecanıyla iri gözlerle izlemek isterdim.

Hiç yoktan belkide kendi belleğinde zamansız yaşayan bana daha güzel hatıralar ve anılar miras bırakırdım yarınıma. Yarın ki, henüz hiç yaşanmamış oluşunun şuursuz bilgeliğinde unutturarak kendini ve hiçte utanmadan yaptığı bu tanrısal ilüzyonda sadece "bugün aslında dündü" hezeyanını yaşatabilir.

Ve her seferinde yalancı bir gururla zamanla belirgin bir derdi olmadığını söyleyen benin saatlerle saatlerce nasıl sözleştiğini beni köşeye sıkıştırırsan anlatabilirim sana. Böylece ilk kez duymuş oldun sen de yazabileceğim ilk kitabın ismini...

Bu arada günler uzuyor, geceler kısalıyor... Farkında mısın?

20.2.08

Dünya Saati!

29 Mart'ta elektriksiz bir saat!
REUTERS-CANBERRA 29 Mart günü dünya çapında 24 şehirden 30 milyon insan elektrik kullanımına bir saat ara verecek. Çevre koruma grubu World Wildlife Foundation (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) tarafından organize edilen Earth Hour (Dünya Saati) isimli etkinlik, geçen sene Avustralya'nın Sidney kentinde yapılan ve 2.2 milyon kişinin katıldığı bir saatlik etkinliğin ikinci ayağı niteliğinde. Tek fark, bu yıl şehir sayısının 24'e çıkmış olması.

Bu sene elektrikli aletlerini kapatacak şehirlerin arasında, San Francisco, Bangkok, Kopenhag, Chicago ve Tel Aviv de var. Earth Hour direktörü Andy Ridley'e göre dünya çapında da geçen sene Sidney'de olduğu kadar katılım olursa yaklaşık 30 milyon insanın eyleme destek vermesi bekenebilir. Dünya saatine katılacakların 29 Mart akşamı 20.00'da ışıklarını ve önemli olmayan elektrikli aletlerini bir saatliğine kapatmaları isteniyor. Amaç, küresel karbon salınımına dikkat çekmek.

Peki senin yapacak daha iyi bir planın var mı?


19.2.08

Sizi bi yerden mimliyorum ama nereden?

(kendimi mimledim)

Zamanı bölüntülemek (yıllar. aylar, günler ve hatta minicik saniyelere kadar) insanoğlunun yaşamını anlamlandırma ve kolaylaştırma çabasından öteye gitmiyor benim için. Bütünleşik zamanda sonsuz süregiden akışın içinde herşey olmaya ve yaşanmaya devam ediyor olmalı. Bir dağın kendi yükseltisinde ters konulmus dayanaksız ve içi harçsız bir huni olmadığı gibi, kendini yarattı katmanlar içinde zaman enine hareket etmeye devam ediyor. Geçmiş ya da gelecekten yoksun sonsuz bir şimdinin içinde herşey olmak için kendi anınını bekliyor. Bu şursuzluk denizinde rakamlar kendilerine anlamdaş sözcüklerle tarifi olasılıksızlığa varan ya da kuramlaşan bir yapıya varıyor ki bu da bilinçli bir hayvan olan insanın kendisinden önce başlayan ve devam edecek olan hayat denilen şeye ömür diyebilmesiyle lirikleşiyor.

Nihayetinde anlar toplamı = zaman.

Asıl konu sahibi flynxs .

12.2.08

Soluksuz


Bugünlerde yaptığım tek şey güneşi kovalamak.


Fotoğraf: fotoğrafsilgisi /Kabak Koyu-2006

10.2.08

Al bu blogu blogcuya götür..

Günlerdir deli divane gibi blogumla yatıp bolgumla kalkıyorum. Yok logo yapayım, yok şöyle olsun böyle olsun... Hahh logo tamam rss ikonumda bana özel olsun, şöyle olsun böyle olsun. E hadi birde arka alanımız farklı olsun, oraya resimleri yükle, buradan link ver derken... Ki aşina olduğumuz, pek bildiğimiz şeyler değil. Allahtan bu konuda yegane mercihim ve dostum isbn'ye teşekkürü bir borç bilirim. Ben bütün bunlarla debelenirken kendiside en az benim kadar bitmek bilmez sorularıma katlanarak övgüyü haketti. Ve elbette blogumun misafirleride denk geldikçe bu süreçteki değişikliklere beğeni ve görüşlerini sunarak bana yön verdiler.

Nihayetinde blogum bu sabah itibariyle son şeklini almış durumda. Bu haliyle içimize sindi lakin her an her şey olabilirde :). Neyseki blogu blogcuya bloglaştırmadan getirdim.

2048

Eski bir aynaya bakıyorsun.
Yaşlı bir yüz gördüğün.
Kalaballıklarda kendi sesini işitiyorsun.
Tüm ömrünce sustuğun.
Hala farkında değil misin;
Ölmekte olduğunun.

7.2.08

GÖRÜN! DUYUN! KOKLAYIN! DOKUNUN! HİSSEDİN!


!f istanbul bu yıl yine dünya çapında bir çok festivalde ödüller almış ve gösterilmiş filmleri bizlere sunuyor. Ben kendi filmlerimi seçtim ya sizinkiler?

Seçtiğim 19 filmden 12'si için bilet alabilmiş olmak harika. Gidemeyeceklerimin vizyona girmesini bekleyeceğim ya da evde DVD keyfiyle eksikleri tamamlamış olacak. Yalnız festival organizasyonuyla ilgili şunu üzelerek söyleyebilirim ki, daha filmleri seyretmeden bilet gişesinde yaşanılan sıkıntı festival organizasyonuna olan sempatiyi malasef yok etti. MyBilet gişesine gidip biletlerimi almak istediğimde görevliler bana, kredi kartıyla mı yoksa nakit mi ödeme yapacağımı sordular. Bende kredi kartı kullanmadığımı kullandığım bankanın bankamatik kartıyla ödemeyi yapacağımı söyledim. Lakin bunun imkansız olduğunu ödemelerin ya kredi kartıyla, YK World kartınız varsa %50 indirimden yararlanıyorsunuz (çünkü anasponsorlardan biri) ya da yine YK bankasının banka kartıyla yapabiliyorsunuz. Kredi kartı ve sponsor olan bankayı kullanmıyor oluşum en fazla sös konusu indirimden yararlanamayacak olmama nede olabilir değil mi? Bu cevap üzerine önce kendi bankamın ATM'sine gidip (malesef makina para çekme işlemini gerçekleştiremiyordu) oradan da para çekemeyince bulunduğum yere (Beyoğlu AFM/Fitaş, yanında ki Akbank) en yakın bankamatiğe Taksimin kalabalığında gidip geri dönmek 10-15 alırken aklımdan acaba bu heyecandan vaz mı geçsem, hiçbir bileti almasam mı diye düşündüm. Nihayetinde istediğim filmleri izlemenin keyfinden kendimi maruz bırakamazdım. Ve ben tüm bu telaş içeresinde izlemek istediğim belki iki film için bilet alma şansını kaybettiysem (ki bunu bilmek sanırım imkansız olur) bu beni inanılmaz kızdıracaktır. Kıssadan hisse hem bilet satış sağlayıcısı MyBilet, hem ödeme şeklinde alternatif yaratamayan !f istanbul organizasyonu, hemde reklamlarında bangır bangır "banka kartı demek, nakit para demek" diyen BKM'ye bana yaşatmış oldukları gereksiz can sıkıntısının kendileri içinde gözden geçirilmesi gereken ve müşteri memnunuyeti denilen zırvalığa gerçekten önem vermelerinin kendilerine olan saygıyı kaybetmemeleri adına nacizene öneririm.

( Bilet gişesinde sinirden köpürdüğümde, orada ki kıza " bütün bunları eve gidip huysuz bir ihtiyar gibi yazacağım" demiştim. Sıra teker teker yazılacak şikayet mektuplarında. : ) )

5.2.08

Bırak Dağınık Kalsın

Bırak dağınık kalsın uyandığında yatağının hali gibi hayatın. Dert etme hep aynı bardaktan yıkayıp yıkayıp kahve içmeyi. Bardaklar çoğaldıkça artmaz yalnızlğın. Öyle sere serpe miskinliğinde, evin içinde ev, heryer heryerde. Olsun varsın yalnızsın işte kime mahçup olacaksın. Hem seni bulmak isteyen, bırak bu dağınıklık içinde seni bulup çıkarsın, hem sana hem kendine bir anlam katsın.

Ayna



Resim: Picasso-Girl Before a Mirror

Aynalar.. En sevdiklerim. Yalansız herşeyi yüzüme vuranlar. Korkusuz gözlerimin içine bakanlar. Bana beni hatırlatıp, bana beni sormayanlar.

3.2.08

Dialog

- Bence sen; bütün kadınların hayallerindeki adamsın.

- Ama kadınlar gerçekleri sever.

- Evet, haklısın...

1.2.08

Kısa Film

Başkalarının hayatlarında başrolde olmak isteyenler, kendi hayatlarında ancak bir yan karakteri canlandırabilirler.

30.1.08

Akrep

akrep; kendi ininde bile rahat uyuyumaz.
alamaz taşın soğuğu, nefretinin sıcağını.
her gece kuyruğu başının altına koyup uyur.
her ihtimale karşı, ne olur ne olmaz.

26.1.08

Ninniler-Sayıklamalar

Bazen yürürken yerdeki boş bir şişeye ayağımla vurup çıkardığı o kristal sesi çocukça bir sevincle dinlerim. Çok da severim o sesi. Hele birde karanlıksa, kimsecikler yoksa o sırada, yolda yokuş aşşağı ise, sonsuzlukta yankılanır sesi, o zaman daha çok severim...

İşte şimdi kendimi adeta kendi ağırlığınca yuvarlanan boş bir şişe gibi hissediyorum. Kafamın içindeki sayıklamalar şişenin melodisinden farksız. Sonsuz boşlukta düzensiz, cılız.

Yalnız kaldığım zamanlarda susmak daha kolay... Günlük hayatta etimin dışındaki kuru gürültümü bilmem, azdırıyor içimde sustuklarımı. Dudaklarımın arkasından hep onları fısıldarken, dudaklarımın ucunda saçma sapan gündelik sohbetler. Ama kendi müstakil sessizliğimde, kendi sesimi bile duymayaca aç, uzaklarda bir yerde yuvarlanan bir şişenin çıkardığı ses gibi sonsuz boşlukta düzensiz, cılız.

Her gece bu ninnilerle uyutuyorum kendimi, her sabah bu sayıklamalarla uyanıyorum. Sana söylemediğim ve asla buraya yazmayacaklarım gibi... Mühürün, şişenin ağzındaki son dudak izleri gibi.

19.1.08

yirmiyedi


-Burada bir pasta vardı kim yedi?

-Yirmi yedi!

-...

15.1.08

Gecenin İblisleri

Duvarda asılı donuk nehirde ki aksinden çıkageldiler. Tamda gözlerinin içine bakarken, sessizliğinden güç bulup geldiler. Önce korktu içine düşeceğinden artık ona benzemeyen yansımasının. Daha çok korkmalıydı oysa, çünkü olmakta olan korkulanın tam tersiydi. Bir et ve gölge istiyorlardı kendilerine, kırmışlardı artık onları tutsak eden zincirlerini bir kere. Isırılmaktan daha fazla acı çekiyordu. etinin her gözeneğinden girip ruhunu kovarlarken. Bağıramıyordu, ya artık bir ağzı yoktu ya da artık onun değildi. Ellerini kapadı yüzüne, yüzü artık etten değildi, gümüşi, kaygan ten. Eli yüzünün içinde kayboldu, sonra ensesinden çıkıverdi gözleri. Ardında zift gibi bir siyah iz ancak yatağına kadar sürünebildi. Herşey değişiyordu, yatağı batıyordu ağır ağır, uzandıysada sadece yastığını tutabildi ucundan.

Öylesine sessizlerde ki, bu onu hiçkimsenin duymasına engel, olsa olsa ruhunun etinde erişiyişnin gürültüsüydü. Garip olan hafiflediğini hissediyordu. Batma hissiydi belki ona bunu hissetiren. Uykuyla uyanıklık arasında ruhunu kemirdiler. Acı hissi tamamen yok olmuştu, uyuşukluktan. Onlar ısırmaya başlamadan ruhunu, artık acıyı her yerinde duyumsuyor, en çok neresinin acıdığını bilemiyordu.

En sonunda tamamen bıraktı kendini... Gezlerinin feri söndü, son çırpınışında kolu savruldu havada ve sonra düştü, kendi ağırlığınca. Öyle bir nefes çekti içine, içinde sustuğu ne varsa hepsi uçuverdi dudaklarından bir kerede... Karardı gözleri, tek bir beyaz nokta bile kalmayıncaya kadar...

Günün ışıkları odanın penceresinin içinden süzülüp değinçe tenine acıyı duyumsadı... Gözlerini açtı. Tepesinden sınırsız ve kocamandı tavan. Güçsüzdü... Bütün geçeyi bir kerede hatırladı, her saniyesini hemde. Sonra ayaklanıp banyoya gitti, aynaya baktı ürkek gözlerle... Yaklaştı yansımasına, yanaklarına, dudaklarına dokundu. Bir boşluk bir delik ya da yara aradı etinde. Sonra göz göze geldi aynadaki ben'iyle. Gözlerinin içine baktı... Sonra sukunetle anladı... Geceleri artık eskisi gibi sessiz geçmeyecekti...

6.1.08

Yeraltından Notlar

Bugün farkettim ki durmadan aynılık aynasının önündeyim. Yazdıklarım, sustuklarım ve hatta yaşadıklarım, zaman denizinde durmadan kendini tekrar ediyor. Aklıma gelen sözcükler, aslında aklımdan hiç çıkmamış olanlar. Daireler çiziyorum zamanda ve hayatta. Acilarimin üzerinden geçiyorum, sanki kendi anatomisine ulaşamamış bir desen gibi. Hayatı tıpkı nasıl evin yolunu düşünmeden geliyorsam eve öyle yaşıyorum adeta. Bir yarın düşleyemiyorum kendime, hergünün sabahında dün gibi bir gün deyip geçiştiriyorum. Küçücük bir yeniliği bile kabullenip bir sonrakinin ezberi için normalleştiriyorum. Ve buraya yazılanlar küçük serzenişler, uykulu sayıklamalar, insanın kendi tutsaklığında yeraltından notlar...

Bir iki hafta önce Dostoyevsky'nin "Yeraltından Notlar" adlı romanından uyarlanmış aynı isimde ki oyununu İstanbul Şehir Tiyatrolarının sahnesinde izledim. Gerçekten harika bir oyundu. O kadar çok beni, bizi anlatan bir başyapıt ki kim izlerse izlesin, kim okursa okusun tanıdık ve kendisine yabancılığında bildik ama gözden kaçırdığı yeni şeyler keşfetmesi için iyi bir kılavuz ki. Israrla tavsiye ediyorum, mutlaka kitabını okuyun, mutlaka bu oyunu izleyin.

5.1.08

Üşengeç-Yengeç


Hayatımda bir kaç kez denizin ucundayken, üzerinde yürüyebileceğime inandım. Öyle birden bire bir adım sonra bir digeri, koşmak heyecanından yoksun, hoop bir bakı vermişim yürüyorum batmadan. Belki bir gün gercekten inandığımda bunu yapabilirim. Ya da bütün inançlarımdan vazgeçtiğimde, kozmik boşlukta yüksüz ve hafifleştiğimde. Kimbilir!

Söz konusu olan fotoğraf son denememe ait, malesef bir yengeç kadar yürüyebildim. Yan yan...

Fotoğraf ve Retouch : B. E.