Zamanda yolculuktan konuşmuştuk seninle. Tekrar dönmek istediğim bir zaman olup olmadığını sormuştun, bir keşkeyi kekelemek yerine yeniden, en başından düzeltebileceğim ya da kurtarabileceğim bir anı merak etmiştin. Sen kendi adına iskenderiye fenerini kurtamak istediğini söylemiştin. Düşünüyorumda ben o sırada zamanın o anında orada olsam yüksekçe bir tepeden alevlerin sıcaklığını kirpiklerimde hissedebilecek bir yakınlıktan olup biteni izlerdim. Çünkü sana da dediğim gibi zamanda yolculuk korkuturdu beni. Ancak tanıklık etmek istediğim anlar olabilir zamanda. Yoksa Hitlerin hışmından insanları kurtarmayı düşleyebilirdim elbette kendi çaresizliğimde. Ama sence ne kadar saklayabilirdim ki bi başıma insanoğlunun çirkin yüzünü, kaç kere yapabilirdim bunu. Ve ne farkederdi, bir gölge oyunun sahteciliğinden öteye. Aklıma "tahir olmakda zor, zühre olmak da" mısrası düştü, çaresizce. Sadece gerisine mi sence? Kıyametide görmek isteyebilirdim elbette, ne cennete büyük lotoyu kazanmış talihliler arasında ne de ateşle terbiye edilecekler arasında, köşesinden zamanın çocuk merakıyla uzanmış bir baş, ilk kez görülenin heyecanıyla iri gözlerle izlemek isterdim.
Hiç yoktan belkide kendi belleğinde zamansız yaşayan bana daha güzel hatıralar ve anılar miras bırakırdım yarınıma. Yarın ki, henüz hiç yaşanmamış oluşunun şuursuz bilgeliğinde unutturarak kendini ve hiçte utanmadan yaptığı bu tanrısal ilüzyonda sadece "bugün aslında dündü" hezeyanını yaşatabilir.
Ve her seferinde yalancı bir gururla zamanla belirgin bir derdi olmadığını söyleyen benin saatlerle saatlerce nasıl sözleştiğini beni köşeye sıkıştırırsan anlatabilirim sana. Böylece ilk kez duymuş oldun sen de yazabileceğim ilk kitabın ismini...
Bu arada günler uzuyor, geceler kısalıyor... Farkında mısın?