6.3.10

Beklerken


camın pervazından dirsekleri acımasın diye yastık koymuş meraklı sokak kadınları gibiyim, pencerenin dibinde bir karaltı görsem hemen koşuyorum. ya karnı acıkmış bir çocuk uzanamadığından zile bas bas bağırıyor annesine, kah apartmanın kapıcısının bitmek bilmeyen işlerinin ve koşuşturmacısının ritmini tutuyor kapının kilidinin dişisine girip çıkma sesleri duyuluyor. görünen uzak sokağın ucundan geçen her bıyıklıyı postacı sanıyorum. ellerim bulaşıkta ve radyoda çalan eski bir şarkı, belki duymamışımdır deyip, ev terlikleriyle üç kat aşağı inip posta kutusunu yokluyorum. çağırıp kapıcıyaı tembihliorum; postacı gelirse beni haberdar et..

ocakta kaynayan suyun ıslıksı sesi bana bi anda evimin, odamın içinde olduğumu hatırlattı. en son ne yapıyordum, ya da ne yapacaktım. uçmuş gitmiş aklımdan. çiçeklere su verdim mi, suyu neden koymuştum ateşe. aklım birbir yapılacaklar listesini çek ediyor. tatlı bir rüzgar okşayarak tülleri içire sokuldu. bu mevsimde böylesine ışıltılı bir hava beni kandırmaya yeterken bu rüzgar iyice aklımı başımdan alıyor. gazeteliği karıştırsam belki henüz çözülmemiş bir bulmaca sayfası bulur, üzerime çokda kalın olmayan birşey alıp az ilerideki "cafe kemal"e gider demli bir çayı pekala kendime ısmarlayabilirim. avuçlarım içinde buğusu kalan ince belli bardakla biran için yalnızlığımı unutur ufuktan, uzaktan geçen ve çok uzaklarda demirleyen gemilere dalıp gidebilirim pekala.

ne zile basan oldu, ne de kapıcı nazım beyin sesini işittim. hem bu saatte hep böylesine sessizmi oluyor apartman. ne garip. oysa hane içinde hanelerde üst üste alta insanlarla dolu bu şehir.

kulak kabartıyorum büyük gürültüyle kapanan apartman kapısının sesine... yok hayır. yine postacı değil.

yoruldum beklemekten. terliklerin içinde ayaklarım sıkıldı. son yarım saattir elektriklerde kesik. sustu derinden çalan radyonun sesi. açık pencereden kuş sesleride gelmese, sağı solu delik içine ışık sızan bir tabutta gibi hissedeceğim kendimi. acı bir kahve ve yanına eklenmiş küçük çikolataya batırılmış misket şeklindeki fındıklı tatlılarla avutuyorum kendimi. içimde hala pırpırlansada bu bekleyişin telaşı, bedenim artık bunun ardından koşturamayacakmış gibi yılgın. öylece duruyor olmak zamanın hızınıda yavaşlatıyor gibi. hayatımda yapmadıklarım yarım bıraktıklarım geliyor birbir aklıma. insan kendisine bir uğraşı edinemiyince, kendisiyle uğraşmaya başlıyor.

kütüphanelerle, postonaleri ayrı sevmişimdir hep. içlerinde hep bir gizi saklarlar. sessizlikten çok kendilerine ait bir uğultuları vardır. hele ki şans eseri yüksek tavanlı, geniş pencereleri olan eski bir binaysa o atmosferin içinde kaybolmak gibisi yoktur. küçük kağıtlara yazdığım, sahaflarda ve kitapçılarda bulamadığım eski eserler ya da eski gazete arşivlerine bakacak olmanın heyecanı, sayfaları bir bir özenle çevirmek için kullanacağım işaret parmağımı ıslatmak için ağzım şimdiden sulanmaya başladı bile.

postanelerde ise, telaş biraz daha hızlı ama bir o kadar da içinde olunacabilecek bir hızdadır. sıra sıra vezneler içine sıkışmış, senin benim gibi memur hanım ve beyler. sırada bekleyen insanlar. kimi emekli maaşğını alıyor bir vezneden; türlü evrak girip çıkıyor çantalara. kimi postaları için nereden pul alacağını soruyor. ben hep böyle zamanlarda iki kalem birden taşırım yanımda. malum en çok kalem noksanlığı çekilir böyle yerlerde. bir de bir dirsek boyu kadar yazı yazacak bir boşluk.

kahvenin telvesi ağzımda katrana benzeyen bi tat bıraktı. nasılda dalmışım düşüncelere. fincanın dibini farketmeyecek kadar dipsiz bir kuyuya ip sallandırmışım zihnimde. anneannemden alıp yaptığırdım duvar saati evin içinde zamanın nabzını yokluyormuşçasına usul usul işini yapıyor. güneş batmak için çoktan ufka doğru eğilmeye başladı. akşam oldu gün bitiyor demek için erken. ama hala postacı kapıyı 3 kere çalmadı.

Fotoğraf: Bahadır Songül

19.1.10

Hrant Dink'in Anısına


bugün benim doğum günüm değil, Hrant Dink'in ölüm yıldönümü.. http://www.ntvmsnbc.com/id/25045978/

27.9.09

Yataktan hiç çıkmamalıydım..

19.1.09

Adıyla Münhasır



Fotoğraf

hepi bört dey tu yu
rabarbayı öpte öyle uyu
eğer öpmezsen onu
gözlerinden akar suyu

30.12.08

Mutlu Zobolar!



Zoboooo!