30.1.08

Akrep

akrep; kendi ininde bile rahat uyuyumaz.
alamaz taşın soğuğu, nefretinin sıcağını.
her gece kuyruğu başının altına koyup uyur.
her ihtimale karşı, ne olur ne olmaz.

26.1.08

Ninniler-Sayıklamalar

Bazen yürürken yerdeki boş bir şişeye ayağımla vurup çıkardığı o kristal sesi çocukça bir sevincle dinlerim. Çok da severim o sesi. Hele birde karanlıksa, kimsecikler yoksa o sırada, yolda yokuş aşşağı ise, sonsuzlukta yankılanır sesi, o zaman daha çok severim...

İşte şimdi kendimi adeta kendi ağırlığınca yuvarlanan boş bir şişe gibi hissediyorum. Kafamın içindeki sayıklamalar şişenin melodisinden farksız. Sonsuz boşlukta düzensiz, cılız.

Yalnız kaldığım zamanlarda susmak daha kolay... Günlük hayatta etimin dışındaki kuru gürültümü bilmem, azdırıyor içimde sustuklarımı. Dudaklarımın arkasından hep onları fısıldarken, dudaklarımın ucunda saçma sapan gündelik sohbetler. Ama kendi müstakil sessizliğimde, kendi sesimi bile duymayaca aç, uzaklarda bir yerde yuvarlanan bir şişenin çıkardığı ses gibi sonsuz boşlukta düzensiz, cılız.

Her gece bu ninnilerle uyutuyorum kendimi, her sabah bu sayıklamalarla uyanıyorum. Sana söylemediğim ve asla buraya yazmayacaklarım gibi... Mühürün, şişenin ağzındaki son dudak izleri gibi.

19.1.08

yirmiyedi


-Burada bir pasta vardı kim yedi?

-Yirmi yedi!

-...

15.1.08

Gecenin İblisleri

Duvarda asılı donuk nehirde ki aksinden çıkageldiler. Tamda gözlerinin içine bakarken, sessizliğinden güç bulup geldiler. Önce korktu içine düşeceğinden artık ona benzemeyen yansımasının. Daha çok korkmalıydı oysa, çünkü olmakta olan korkulanın tam tersiydi. Bir et ve gölge istiyorlardı kendilerine, kırmışlardı artık onları tutsak eden zincirlerini bir kere. Isırılmaktan daha fazla acı çekiyordu. etinin her gözeneğinden girip ruhunu kovarlarken. Bağıramıyordu, ya artık bir ağzı yoktu ya da artık onun değildi. Ellerini kapadı yüzüne, yüzü artık etten değildi, gümüşi, kaygan ten. Eli yüzünün içinde kayboldu, sonra ensesinden çıkıverdi gözleri. Ardında zift gibi bir siyah iz ancak yatağına kadar sürünebildi. Herşey değişiyordu, yatağı batıyordu ağır ağır, uzandıysada sadece yastığını tutabildi ucundan.

Öylesine sessizlerde ki, bu onu hiçkimsenin duymasına engel, olsa olsa ruhunun etinde erişiyişnin gürültüsüydü. Garip olan hafiflediğini hissediyordu. Batma hissiydi belki ona bunu hissetiren. Uykuyla uyanıklık arasında ruhunu kemirdiler. Acı hissi tamamen yok olmuştu, uyuşukluktan. Onlar ısırmaya başlamadan ruhunu, artık acıyı her yerinde duyumsuyor, en çok neresinin acıdığını bilemiyordu.

En sonunda tamamen bıraktı kendini... Gezlerinin feri söndü, son çırpınışında kolu savruldu havada ve sonra düştü, kendi ağırlığınca. Öyle bir nefes çekti içine, içinde sustuğu ne varsa hepsi uçuverdi dudaklarından bir kerede... Karardı gözleri, tek bir beyaz nokta bile kalmayıncaya kadar...

Günün ışıkları odanın penceresinin içinden süzülüp değinçe tenine acıyı duyumsadı... Gözlerini açtı. Tepesinden sınırsız ve kocamandı tavan. Güçsüzdü... Bütün geçeyi bir kerede hatırladı, her saniyesini hemde. Sonra ayaklanıp banyoya gitti, aynaya baktı ürkek gözlerle... Yaklaştı yansımasına, yanaklarına, dudaklarına dokundu. Bir boşluk bir delik ya da yara aradı etinde. Sonra göz göze geldi aynadaki ben'iyle. Gözlerinin içine baktı... Sonra sukunetle anladı... Geceleri artık eskisi gibi sessiz geçmeyecekti...

6.1.08

Yeraltından Notlar

Bugün farkettim ki durmadan aynılık aynasının önündeyim. Yazdıklarım, sustuklarım ve hatta yaşadıklarım, zaman denizinde durmadan kendini tekrar ediyor. Aklıma gelen sözcükler, aslında aklımdan hiç çıkmamış olanlar. Daireler çiziyorum zamanda ve hayatta. Acilarimin üzerinden geçiyorum, sanki kendi anatomisine ulaşamamış bir desen gibi. Hayatı tıpkı nasıl evin yolunu düşünmeden geliyorsam eve öyle yaşıyorum adeta. Bir yarın düşleyemiyorum kendime, hergünün sabahında dün gibi bir gün deyip geçiştiriyorum. Küçücük bir yeniliği bile kabullenip bir sonrakinin ezberi için normalleştiriyorum. Ve buraya yazılanlar küçük serzenişler, uykulu sayıklamalar, insanın kendi tutsaklığında yeraltından notlar...

Bir iki hafta önce Dostoyevsky'nin "Yeraltından Notlar" adlı romanından uyarlanmış aynı isimde ki oyununu İstanbul Şehir Tiyatrolarının sahnesinde izledim. Gerçekten harika bir oyundu. O kadar çok beni, bizi anlatan bir başyapıt ki kim izlerse izlesin, kim okursa okusun tanıdık ve kendisine yabancılığında bildik ama gözden kaçırdığı yeni şeyler keşfetmesi için iyi bir kılavuz ki. Israrla tavsiye ediyorum, mutlaka kitabını okuyun, mutlaka bu oyunu izleyin.

5.1.08

Üşengeç-Yengeç


Hayatımda bir kaç kez denizin ucundayken, üzerinde yürüyebileceğime inandım. Öyle birden bire bir adım sonra bir digeri, koşmak heyecanından yoksun, hoop bir bakı vermişim yürüyorum batmadan. Belki bir gün gercekten inandığımda bunu yapabilirim. Ya da bütün inançlarımdan vazgeçtiğimde, kozmik boşlukta yüksüz ve hafifleştiğimde. Kimbilir!

Söz konusu olan fotoğraf son denememe ait, malesef bir yengeç kadar yürüyebildim. Yan yan...

Fotoğraf ve Retouch : B. E.