7.9.07

isimsiz-niyetsiz


Zaman yine aynı sarhoşluğuna kaptırıp farketmeden akıp gidiyor. Tutmak ne mümkün! Farketmeden eylül olmuş yine. Ne zaman geçti gitti temmuz, ağustos hangi ara başlayıp bitti? Ben neredeydim acaba o sırada. Yine yapılacakların peşine düşmüş, şimdinin çılgınlığında yarınsız bugünlere gelmişim.

Oysa ben her eylül yeniden başlarım hayata. Elbette yeni doğmuş bir bebeğin ilk günkü şuursuzluğuyla ve diriliyle, yeniliğiyle değil. Daha çok bir tırtılın bilincine sahip bir kelebek gibi. Yalpalayarak uçan. İçim ve dışım aynı değişkenleremi sahip acaba. Ne cabuk uzuyor sakallarım artık. Bir kelebeğin çilesi olmalıdır diye düsünürüm tırtılın halini. Yakından bakınca ne çok tüyü vardır. Vücudunu kaplayan koca bir sakal. Kelebek olduğunda da bilinci gibi ona miras kalan.

Bazen gün akşam olmak bilmezken, yıllar kendi telaşında nasılda böyle çabuk geçiyor anlamıyorum. Bazen kalbimin atışını bile duymuyorum.

Yine aklımda ışık etrafında uçuşan böceklere benzeyen sözcüklerimi yakalayamıyorum.

Bi kaç saat sonra yollara düşüceğim. O cok sevdiğim, pek mutlu olduğum trenlere binip (ki benim için ejderha sırtlı metal bir canavardır kendisi, kimi zaman yitir bir zaman makinesi) artık gerçekten eski olan şehrime eskişehire gideceğim. Eylülde güzel olur oralar.

Hem insan kendini hep yollarda bulur, ya dolanmaktadır deli divane yahut kaybolmuştur. Ama yinede yoldadır...